İçeriğe geç →

BİR FLANÖR VAR İÇİMDE

Last updated on 13/05/2021

Fransızca “flâneur” kelimesinden gelen Flanör, aylak olarak tanımlanabilir. Oyalanan, başıboş gezen bir insan işte…

Bakın aylak diyorum ama bildiğiniz aylaklardan değil, bunu bilinçli şekilde yapıyor, tembel olduğu için değil. TDK sözlüğünde aylak “işsiz, boş gezen” olarak tanımlanmıştır, tembel ile karıştırmayın lütfen.

Flanör toplumun içindedir, kalbindedir fakat sadece bir gözlemcidir, nötr olarak gezer ortalıkta. Kalabalıktan beslenir, bir çeşmeden kana kana su içer gibi kalabalığı içine çeker. Bazen ağ yapan bir örümceği izler bazen top oynayan çocukları bazen bir amcanın çay bardağına kaç şeker attığına bakar bazen insanların ayakkabı tercihleri üzerine düşünür, uzun uzun ama yavaş yavaş.

Topluma eleştirel bir şekilde bakar, ondan beslenir ama o ırmağın güçlü “akışına” kaptırmaz kendini. Teoman’ın dediği gibi “birlikte ama yalnız”dır kalabalığın içinde.

Charles Baudelaire tarafından yazılan “Paris Sıkıntısı” isimli kitapta ilk defa karşımıza çıkan bu kavram, Paris sokaklarındaki cam tavanlı pasajlarda gezen kişiler için kullanılır, elektriğin kullanılması ile özelikle geceleri çıkan ve insanları gözlemleyen insanlar…

Flanör kendi çapında bir sosyologtur fakat gözlemleri bilimsel olarak değil bilinçsel olarak yapar. Topladığı bilgileri kitabında kullanabilir ya da bir şiirde veya siyasette ama çoğunluğu bu gözlemleri kendisine saklar. Bazen not alır bazen unutur, gider.

Flanör, kalabalığın içinde özgünlüğü arar, pürüzsüz bir elma ilgisini çekmez, çürümüş bir elmayla ilgilenir. Çürümek bir eylemdir ve arkasında birçok farklı iz bırakır, işte o izleri takip eder.

İçinde bulunduğu toplumu bir ürün olarak kullanır ama o, toplumun bir ürünü değildir.

Buraya kadar Charles Baudelaire tarafından anlatılan ve benim anladığım flanörü yazmaya çalıştım. Olaya bir de Jean Paul Baudrillard açısından bakalım!

Baudrillard’a göre kanına teknoloji virüsü bulaşan flanör boş boş bile gezemiyor, eve hapsolmuş durumda. Dün yazdığım Tell Lie Vision Ve Televizyon Öldüren Eğlence başlıklı yazıda (buraya tıklayarak okuyabilirsin) şöyle diyordum:

“Büyük bir fare kapanı olan televizyonlarımızın yerini küçük örümcek ağları yani ekranlar aldı”

Baudelaire flanörü sokaklarda fakat Baudrillard açısından bugünü yorumlarsak flanör etkenliğini yitirmiş tamamen edilgen olmuş bir biçimde arabasına atlayıp Starbucks’ta bir masada MacBook’u ile takılıyor, gerçek toplumdan uzakta!

Olaya Zygmunt Bauman açısından bakacak olursak flanör yeni medya düzeninde sahte bir dünyada gezdiği için gerçek gözlem yeteneğini kaybetmiş durumda, gözlediği şey “gözlenmesi istenen şey” yani dijital benliğin sunumu, hayallerin siber bir izdüşümü!

Şehirlerin keşfedilecek bir yeri de kalmadı, her yeri Google sayesinde havadan görüyoruz ya da fenomenler bizim yerimize “deneyimliyorlar” flanöre ne gerek var! Flanör başkasının deneyimlerini deneyimliyor. Kendisi, organik tavuktan, tavuğun suyunun suyunun suyu çorbasına teslim olmuş durumda.

Bu konuyu derinlemesine anlatan 19. Yüzyıl Erken Modern Kent Karakteri Olarak Charles Baudelaire’in Flaneur Kavramı’nın Yeni Medya’daki İzdüşümü isimli bir makale buldum, buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

Redd grubunun sevdiğim bir şarkısı var: Bir şövalye var içinde

“Sessizce kuruyor içinde soluk renkli çiçekler
Asfaltlanmış mutluluğa giden bütün kestirmeler
Yeni bir dünya keşfet kendine
Bu kez hiç durmayan”

Ben de bu yazıyı yazarken farkettim ki bir flanör var içimde

Bu arada Redd’in Prensesin Uykusuyum şarkısını dinlerken yazdığım aynı ismi taşıyan prensesin uykusuyum yazımı da buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

İyi uykular, tabi gerçekten uyuyabilmek mümkünse…

Kategori: Yaşam

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir